1 Şubat 2010 Pazartesi

Kapıları Açmak...

Yeni doğan çocukları, beyaz kağıtlara benzetirler. Her geçen gün satırlarla dolan, her deneyimle şekillenen... Bense çocukların ne kadar özgür olduklarını düşünüyorum hep. Serbest akıla sahiptir çocuklar, en azından başlangıçta. Sanki açık bir ovanın ortasında gibi, her yöne gidebilir, her ufuğa bakabilir.

Sonra ne olur? Kapılar kapanır...

Büyüklerin sırlarını tutmakla başlar, ufak çitler gibi, etrafımız örülmeye. Büyüklerin duvarlarıdır onlar. Sırların neden varolduğunu anlamak güçtür, ta ki kendi sırlarımız olana kadar. Bir gün birine birşey anlatırsınız ve anlattığınıza pişman olursunuz, ya utanır ya üzülür ya bunalırsınız. Ve sizin de arkasında kaldığınız kapılar olur, herşeyi konuşmak korkutucudur artık. Hissettiklerimizi başkalarına söylemek her kötü deneyimde daha zor olur, kapılara bir kapı daha eklenir.

Hayatım boyunca bir günlük veya bir anı defteri tutamadım bir tutarlılık içinde. Sebepleri arasında üşengeçlik gibi gündelik nedenler vardır muhakkak. Ama asıl sebebi kapılardır. Hiçbir zaman düşünce veya duygularımı başkalarının çok bilmesi taraftarı olmadım, bu bir defter bile olsa, “kendime sakladim”. Hatta kendime bile saklayamadım bazılarını, çünkü pek çok düşünce veya his akan zamanla beraber gitti ve bana bir şey kalmadı.

Peki bu beni mutsuz bir insan mı yaptı, hayır, mesele mutluluk değil. Her ne kadar bunları anlatmak beni dışarıya kapalı bir insan gibi gösterse de esasen değilim. Ama bugün kendimi aklı ve kalbi olduğu kadar, söyledikleri ve iletişimiyle de açık insanlara özenir buluyorum. Duvarlar veya kapıların ardından çıkıp korkusuzca kendini anlatabilmek, ne kadar dehşet verici ve ne kadar özgürleştirici.

İşte bu nedenle içimden geldiğince bu blogda yazacağım. Başkaları okusun diye değil ama başkaları okursa diye. Ve en önemlisi de

kapıları açmak için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder