Palo Alto'ya geldiğimden beri çok insanla tanışmadım doğrusu, yani beraber eğlenebileceğim insanlarla. Henüz iş yerinde başka stajyer yok, ve kaldığım yerde de yaşıt ya da kafadar kimse yok henüz. Bu biraz da işime geliyor açıkçası, kendimle vakit geçirmeyi özledim çünkü. New York'ta doktora işlerinin temposu, antremanların yorucu düzeni ve en çok da tekdüzeliğe kapılmanın getirdiği hiç birşey yapmama isteği kendi başıma yapmak istediklerimden beni alıkoyuyordu son zamanlarda.
Şimdi ise hergün sabahtan akşama işte olup, akşam üzeri spor ve antreman yaptığım halde bilakis enerjik hissediyorum kendimi. Ve haftasonu da birşeyler yapma isteğim devam ediyor. Bu açıdan gerçekten tatilde gibiyim. Buralarda ne yapabilirim diye araştırırken iş yerinden birkaç kişi Yosemite Ulusal Parkını önerdi.
Amerika'nın gerçekten en büyük parklarından biri Yosemite. Palo Alto'ya araba ile 4 saat (550 km) mesafede. Türkiye için çok uzun bir mesafe olsa da Amerika için kısa bir mesafe sayılır bu. Hele ki insan benim gibi araba kulanmaktan keyif alıyorsa. Pazar sabahtan bir araba kiraladım (şansıma bir de yeni bir arabaydı) ve kahvaltımı yapıp 10 buçuk gibi yola çıktım. Allahtan GPS de kiralamıştım yoksa insanın burada başka türlü yol bulması mümkün değil cidden.
4 saat boyunca çok keyifli bir yolculuk geçirdim, hele ikinci yarısında otobanlardan ayrılıp tarlaların arazilerin içinden geçen yollardan gitmek çok hoştu. Yosemite'ye vardığımda saat 2:30, gezmek istediğim patika yoluna yakın bir yere park ettiğimde ise saat 3:30du. Evet Yosemite içinde de 1 saat kadar arabayla gitmem gerekti, o kadar büyük bir park. Her ne kadar biraz geç kalmış olsam da keyfim yerindeydi. Yalnız geziyor olmanın böyle bir güzelliği var işte, belki herşey istediğiniz gibi gitmez ama başkalarının planlarının da bozulmuş olmasının sıkıntısını yaşamak yerine anın tadını çıkarabilirsiniz.
Yosemite'de gezilecek o kadar çok yer var ki, farklı farklı patikalar, kamp alanları; 1 hafta orada kamp yapsanız bile belki hepsini gezemezsiniz. Bu nedenle gitmeden hangi patikayı gezeceğime karar vermiştim. Mist patikası (Mist trail) Yosemite'nin en tanınan patikalarından ve iki büyük şelalesini gezmeyi vadeden bir patikası. Şelaleleri öğrendiğimde zaten hemen kararımı verdim. Patika şelalelerin o kadar yakınından geçiyor ki, internetteki tanıtımlarda yanınıza yağmurluk alın yazıyor :). Yanımda sadece yazlık kıyafetler olmasından dolayı ben de yağmurluk yerine ikinci bir set kıyafet ve bir havlu alarak yola çıktım.
Arabayı park edip kıyafetler ve havluyu sırt çantama yükledim. Hayat boyu doğru düzgün bir fotoğraf makinesi sahibi olmayan ben bir önceki gün bir de fotoğraf makinesi aldım manzaralar benimle birlikte geri dönsün diye :). Fotoğraf makinesi ve su gibi şeyleri de sırt çantasına yükleyince doğayla karşılaşmaya hazırdım artık.
Yola yukarıdaki derenin üzerinden geçen köprüyü aşarak başlıyorsunuz. Şunu söylemeliyim ki bu patika en tepeye (Nevada şelalesinin başı) çıkana kadar sürekli bir çıkışla devam ediyor. İlk bir saat ilk şelalenin (Vernan) başına gelene kadar çok da dik değil.
Yol boyunca güzel manzaralar olduğu kesin. Dağın tepesinden şelale akması kadar süper bir manzara var mı bilmiyorum :).
Derenin yanından üstünden ilerlerken aşağıdaki artist ufaklıkla karşılaştım. Bu patika dağın tepesi olabilir ama yine de heryerde sincaplar var. Ve şehirdeki parkların aksine insanlar etrafında çok rahatlar. Hatta kampçıların eşya ve yemeklerini gasp ettiklerini duydum. Bu arkadaş da kendisini çeken objektiflerin farkında gibi herkesin ortasında abur cuburunu yiyordu. Videosunu da çektim keratanın :).
Vernan şelalesine yeterince yaklaştığınızda önce çiseleme gibi sonra da sağanak bir yağış gibi şelalenin suları sizi karşılıyor. Gökkuşağını sürekli gözlemlemek mümkün :).
Sağanağa yağmurluk giyenler benden daha hazırlıklıydı ama ben de yedek kıyafetlerim olmasının rahatlığıyla yağışı göğüsledim. Şelalenin başına erişmek için aşağıdaki dar merdivenlerden geçiyorsunuz.
Şelalenin tepesine çıktığımda harika bir manzarayla karşılaştım. Panoramasını aşağıda da görebileceğiniz bu nefes kesici görüntü oradayken yaşadığınız hissin sadece bir kısmını size verebiliyor inanın bana.
Eğer derenin ilerisine dikkatli bakarsanız yolculuğun başındaki köprüyü görebilirsiniz. Vernan şelalesinden sonra yola devam edenlerin sayısı bayaa azalıyor. Önce bunun akşamın yaklaşmasından dolayı olduğunu sandım. Ama yola devam edince çok dik kayalardan merdiven çıkar gibi uzun süre çıkmak gerektiğini gördüm. Dolayısıyla genç yaştakiler dışındakiler veya aile grupları daha ileriye gitmiyorlar.
Ağaçların arasından giden bu yol, patikanın ilk kısmını ikinci dik kısmına bağlıyor.
İkinci şelaleye yaklaşırken (mesafe olarak yakın da olsa, inanın bana daha çok var) kayalardan merdiven gibi çıkmaya devam ediyorsunuz. Açıkçası dağın tepesinde kayaları bu şekilde çıkılabilecek hale getirmiş olmalarına çok şaşırdım. Nasıl oluyorsa insanlar zor gelirken buraya aletlerle gelmiş olmalılar, çünkü taşlar, doğal bir görünüm içinde olsalar da, basamak basamak dizilmiş, ve buraya çıkmak mümkün olmuş.
Eski zamanlardaki gezginleri düşündüm nedense yolda. Kendilerine bizim gibi hazırlanmış bir patika olmadan eski insanlar nasıl doğada yol alabiliyorlardı, hele ki ayaklarında özel ayakkabılar, ve yanlarında birçok yük varken, hayret verici..
Tepeye vardığınızda orada sakin akan hatta bazı bölgelerde duruyormuş gibi görünen suyun iki metre ötede nasıl bu kadar coşkun bir şelaleye dönüştüğünü hayretle görüyorsunuz. Bu çok insan için beklenmedik birşey olacak ki, kocaman kırmızı bir uyarı suya girmemeniz için sizi uyarıyor.
"Suya girmeyin, yoksa ölürsünüz!", kısa ve net. Etkili olduğunu söyleyebilirim :).
Burası artık o kadar yüksek bir nokta ki geldiğiniz yolu göremiyorsunuz. Nedense yüksekten dökülen bir suyun bende yarattığı ilginç bir büyülenme duygusu var.
Şelalenin tepesindeki manzaranın tadını bir süre çıkardıktan sonra geri dönüş hazırlıklarına başladım. Tam geldiğim yoldan geri dönmek üzereydim ki yolun başka bir patikadan devam ettiğini farkettim.
Bu patika da derenin diğer tarafından geri dönüyormuş. Biraz daha uzun olmasına rağmen yeni bir yer görme arzusuna karşı koyamadım ve yola devam ettim.
Yolun tepesindeki Nevada şelalesini bu patikadan daha iyi gözlemlemek mümkün.
Yolda önüme yukarıdaki ufak şelaleler ve iki genç çıktı. Buradaki sular bütün yolu sağanak gibi ıslatıyor ve yerde de göl gibi birikmiş durumda. Bu nedenle gençler soyunup geçmeyi düşünmüşler (içlerinde mayo varmış neyse ki). Onlar soyunmakla meşgulken ben hiç yavaşlamadan yanlarında geçince, "Öyle girecek misin?" diye bir şaşırdılar. Ben de "Evet sanırım" deyip başladım koşmaya :). Arkamdan onlar da gaza gelmiş olacak ki onlar da daldılar, çok eğlenceliydi. Ayakkabılarım ve üstüm biraz ıslanmış olmakla beraber durmadan yoluma devam ettim, neyseki hava çok güzeldi.
Yolun geri kalanı güzel bir ormanın içinden geçen yokuş aşağı bir patikaydı. İlginç kuşlarla da karşılaştım ama çekmeyi başaramadım ne yazık ki. Patikanın sonuna yaklaşırken saat 7 buçuğa yaklaşıyordu ve güneş de batmaya yaklaşmıştı. Hızlı yürüyüşümün avantajıyla geç başlamış olsam da patikayı güneş batmadan tamamladım.
Patika bitiminden arabanın park edildiği yere kadar yürürken, doğayı takdir etmeye devam ediyordum. Geniş bir çayır alanda otlayan ceylanların fotoğrafını çekmeden de geçemedim.
Panoromik resimde de yakından bakınca ceylanları görebilirsiniz. Sizin de resimlerden farkettiğiniz üzere ulusal parklara gerçekten çok çok iyi bakıyorlar. Ve burada zaman geçirmek için gelen çok sayıda da insan var.
Ne yazık ki aynı şeyi Türkiye'deki parklar için söylemek pek mümkün değil. Her sene yanan ormanlar bir yana, parklarımızın bakımı, tanıtımı ve organizasyonu yurt dışındaki örneklerinin çok gerisinde, üstelik pek çok doğal güzelliğimiz yabancıları kıkandıracak nitelikte olduğu halde.
Arabaya yürüyüp üzerimi değiştirdikten sonra geri dönüş yoluna koyuldum. Ayrılmadan önce bir hatıra şapkası almayı da ihmal etmedim :).
Geri dönüş yolunda, çabuk bir akşam yemeği yedikten sonra, yolda beni başka bir süpriz daha bekliyordu. Her ne kadar yollar birçok dönüşle dolu ve karanlık olsa da yoldaki yansıtıcılar o kadar güzel yapılmış ki bütün yol çizgileri sanki gece görüşü varmışçasına parlıyor ve gayet keyifli bir sürüş deneyimi yaşatıyor insana. buna yolların neredeyse boş olmasını da ekleyince, eve gece 12de dönüşüme fazlasıyla değmişti.
İşte gezimin diğer fotoğrafları
(Merak edenler için; panorama resimlerini oluşturmak için Hugin isimli bedava bir programı kullandım. Çok nitelikli ve detaylı bir program. Görüntü işleme ile hiç ilgisi olmayanlar için bazı özellikleri biraz kafa karıştırıcı olabilir ama çok başarılı bir program, ve performansı benzerlerinin çok üzerinde)




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder